3 Kasım 2010 Çarşamba

Düşünecek birşey kalmadı geriye,artık rüyalar var.Kendiliğinden gelen düşler.Uyku var! Uyuyabilirim çünkü uyanık kalmak için hiçbir nedenim kalmadı..*



İçi ne kadar doldurulursa doldurulsun, yine de hafiftir hayat. Çünkü altı deliktir. Delikse ölümdür! Bütün kazançlar delikten kayıp gider.

Bu saat, beni hayata döndürecekti. Bir yerlere yetişecektim, bazılarına geç kalacaktım saatim sayesinde. Ama, gideceğim daima bir yerler olacak anlamına geliyordu, koluma taktığım deri kemerli saat!

Biliyordum bedenimin bir karanlığa yürüdüğünü ama öğrenmek istediğim, koyuluğunun seviyesiydi. Çünkü zihnim değil ölmek, yaşamak için çırpınmaya başlamıştı. Yalnız olmanın ne anlama geldiğini biliyordum uyandığımda. Ne hafızamdaki çığlıklar, ne beynimdeki dehşet resimleri yanına yaklaşmaya cesaret edebildiler... Fazla gecikmedi gecenin şeytanlarının üzerime kapanması. Mutsuzluk bütün beynine yayılmış bir tümör.

Daha çok, okyanusun ritmik sesi ve toprağın kokusu tehdit ediyordu aklımı. Ağzından çıkan bir kelime tüylerimi ürpertti. Üşümeye başladım.Küçük bir çocuk gibi, sokağın ilerisindeki hayattan korkup evime döndüm. Kendi içime döndüm... ÖLÜM yazıyordu bu gece yumruğumda, ama gerçek yüzüm dayanamamıştı makyajıma.hala asmış değilim kendimi, 60 vatlık ampulün ucunda sallandığı kabloya. yine kendimi kandırmıştım. Hayatım boyunca garip olan ne varsa peşinden gitmiştim. İNSAN olmak zordu. Ne söyleyebilirdim ki çelik bir duvara. Önümdeki şise gittikçe küçülmeye başladı gözümde, duyduklarımdan sonra.

Ama başlamak en zoruydu, hiçbir kitapta yazmıyordu.

Alfabeyi tanıyan bir çocuk gibi öğreniyordum. Şimdiye kadar hiçbir gerçeğe sahip olmamıştım ve yine gerçekte var olmayan bir geçmişi kazmak da korkunçtu. Ama artık görebiliyordum, dokunduğumu hissedebiliyordum. Dişlerimiz olduğu için ısırıyoruz, bu yüzden bu kadar vahşiyiz... Gözlerimiz olduğu için hayran kalıyoruz, bu yüzden bu kadar aşığız... Ama uçuyordum yine de! Umutsuzca bunu yapıyordum.

Bütün hayatı televizyondan seyrediyordum, O zamanlar, hayatla aramda ekran vardı. Sonra kırıp geçtim öbür tarafa. HAYATA! Dünden iğrenen bütün insanlar gibi gelecekten konuştuk,,

Yarın, bugünü yaşanabilir hale getiriyordu. Kendimizi bir binanın tepesinden hep beraber boşluğa bırakmayışımızın tek nedeni yarındı! Lotonun çıkma ihtimalini, aşık olunacak insanla tanışma ihtimalini, sonsuz mutluluk ihtimalini içinde barındıran o sihirli sözcük: YARIN! Gelecek iyi bir sermayeydi. Yaşadığımız sürece bitmeyen anapara gibi.Gelecek zamanda çekilmiş fiiller kulağa çok tatlı bir melodi yayıyordu.

O zamanlarda kurduğum hayallerin sınırsızlığı ve saçmalığı beni sarhoş ederdi. Kendi kendimi sarhoş edemediğim zaman içkiye başladım zaten...

Her telefonda kanlarımın beynime hücum etmesini ve uykunun kaybolduğu geceleri dinlemek istemiyordum. Eğer yeni bir hayata başlayacaksam, eskiyi unutmalıydım. Ve daha, hafızamda yolculuğumu silememişken, bir de acıların fotoğraflarını albümüme katmak istemiyordum. yırtmak yıllarımı alırdı, o resimleri de...

Uyku, insana verilmiş tek mucize. Kendinden geçmek. Gözleri kapatıp huzura dalmak. Ve uyanıldığında yeniden başlamak. Tek ihtiyacım buydu. Bir zaman dilimi geçmeliydi, yasadıklarımızın üzerinden. Dinlenmeliydi yorgun kalplerimiz, biraz da olsa... Ben uyumalıydım, hiç uyumadığım gibi. Öyle dolu dolu çıkmıştı ki ince dudaklarımın arasından.

Her gece birileri uyurken, sen gözlerin açık kabuslar göreceksin! Ama her zaman bir sıfatı olacaktı adından önce gelen.

Sonunda, vücudumdaki medcezire dayanamamıştı sular. Birden, bütün hayata, bütün gerçeklere, geçmişin bütün acılarına büyük bir tokat patlattı, saçları beyazlaşmış kadın! Ve tonlar çeken sessizlik yavaşça çökmeye başladı üzerimize. Şimdi, yaşadığımıza ve birbirimize dokunabilecek kadar yakın olduğumuza inanmanın zamanıydı. Söylediği her kelime, her harf kızgın bir demirin derime değmesiyle aynı acıyı veriyordu. uçurumdan aşağı sallandığım hissini vermişti. Nasıl gizleyebilirdim ki, çaresizlik içinde çırılçıplak yüzerken? Gizleyemezler içlerindeki fırtınayı.

Fısıltısıydı unutması en zor olacak parçası geçmişimin. Her çiğnediğimiz metrede kalbimin hızlanmasını bekliyordum.

Peki, insan olmanın bedeli neydi?
Ve bir dekor kırılır, yerine yenisi gelir....

Hayatı yok etmenin zamanı asla gelmez, çünkü bir saat sonra yaşayacaklarını bilemeyecek kadar insansındır... Kafamızdaki en gizli hayalleri ortaya çıkarmak için kurulmuş olan şeytani bir ortaklıktır yaşam. Sadece nefes alabildiğim için yaşıyor olmayı kendime yakıştıramıyordum.

Ama birden fark ettim ki ne ben, ne de başka birisi hiçbir yere ait değildi. Ve dönüp içime baktığımda , göle eğilmiş bir çocuk gibi sadece kendi yüzümü gördüm...

Hayatımı bir hayvan gibi yaşadığım günlerde boynuma taktığım tasmanın üzerindeki elmaslar. ZEVK ve ACI. Hayatın anlamı. Merak edilir, sorulur her yerde. İşte söylüyorum! Hayat, olene kadar hissedilen zevklerden, cekilen acılar çıkarıldığı zaman geriye kalandır. Hayat=zevk-acı. Sonuç pozitifse yaşamışsındır hayatı. Negatifse ölmüşsündür doğduğun gün. Tabii bir de sıfır olma ihtimali var. Bu durumda ise zamanın yetmemiştir hayatı anlamaya. Erken ayrılmışsındır partiden, göremeden sonunu... Nasıl eksik oysa! Ne kadar ilkel. Ne kadar korkunç. Nasıl bir insan kendini bu denli aza indirebilir? Nasıl sadece iki zıt elektronik sinyalin, bütün varlığına hakim olmasına izin verebilir?

Aklım bir fırtına kadar karışık,

Titriyordu boşalan zihnim, aç bir çocuk gibi. Gaz lambasına ikinci fitili taktığında ben hala yazıyordum......

Hayatı öpmediğim gibi öpüyorum ölümü!


* Hakan Günday'ın Kinyas ve Kayra adlı kitabından parça alıntılardır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder