18 Mayıs 2010 Salı

artık güneş uyandıracak sabahları beni...

''Görebiliyorum güneşi tekrar ve hissedebiliyorum rüzgarı tenimde...içime çekiyorum havayı, ciğerlerime doluyor, anlıyorum kuşların nereye kanat çırptıklarını....''




Zaman; tekrar etmeyecek mi yarın, bu sefer benim için de işlemeyecek mi?
Ayrılıklar her zaman iç burkar, ve uzaklara dalar gider gözlerimiz. Yolculuklar heyecanla başlar, yerini tedirginliğe ve bilinmezliğe bırakır....

Aralık ayında gittim Çanakkale'ye, ve birliğime teslim olduğum gün yine heyecan, ürkeklik ve keşfetme duygusuyla darmadağınık bir haldeydim. Tek bildiğim 5 ay boyunca istem dışı hareket edip, verilen emirleri yapacak, öngörülen biçimde davranacaktım. Yani tamamen benliğimi hiçe sayarak, kendimi görmezden gelecektim. Askere gelmeden önce beni en fazla endişelendiren şeylerden biri de bu değil miydi? Beni ben olarak yaşayamamak, hayatımdaki o 5 ayı başkalarının çizdiği ve şeklettiği biçimde yaşamak, ve kurallar, kurallar, kurallar...

Şimdi son gecemi geçireceğim, 5 aylık yaşan(ma)mışlığın ardından! Yarın yeni bir ben doğacak, onunla karşılaşmam nasıl olacak bilemiyorum, ya da o beni nasıl karşılayacak tahmin bile edemiyorum...

5 ay boyunca, 27 senedir ağzıma bile almadığım 3-4 kelimeyi neredeyse sürekli kullandım. Ağzımdan çıkanla, beynimin içindekiler hep çelişti ve bir karmaşa ve mücadele ortamı doğdu... ''Emredersin, Emret Komutanım, tekmil...'' ve beynimden vücuduma gönderilen esas duruş, hazır ol komutu. Gövdemin kaskatı kesilmesi, ellerimi ve kollarımı robot gibi yanlara yapıştırıp, dimdik bir duruş, gözler ilerde, ruhum geride, ayaklarım penguen ayakları gibi açık, mekanik bir sertlik...
Emirlere karşı ne bir sorgulama ne de üstüne düşünüp taşınmak; tek yapmamız gereken emredersiniz diyip, gösterileni yapmak...

Böyle geçen 5 ay, 156 gün ve bir o kadar saat. Sorgulamadan geçen istemsiz hareketlerle ruhumun ve bedenimin çatıştığı bu zaman dilimi...

İşte bu yüzden merak ediyorum yarınki bu buluşmayı; ruhumun bedenime kavuşması, yeniden sahip çıkması...

Her sabah jileti yüzüme vurduğumda, kesilen sakallarım değil de binbir düşüncem ve varlığımdı... Saçlarımın kesilip, kısacık olması ise budanan zihnimi, beynimi betimliyordu. Kalk dediklerinde kalkıyor, yat dediklerinde yatıyor, söyle dediklerinde ise tek bir ses, tek bir renk çıkıyordu her bedenden...

Şimdi bunları o kadar zor yazıyorum ki, baharın geldiğinin müjdesi tomurcuklar o kadar zor patlıyor ki dallardan... Çünkü dallarımı ve gövdemi öyle bir budadılar ki... Zor toparlıyorum kendimi.

Bugün hava kapalı, yerler ıslak, toprak kokuyor her yer. Yağmur olanca güzelliğiyle yağdı. Sanki tüm pisliği üzerimden aldı ve bir ağaç gibi suyu dallarima budaklarıma kadar iletti. Yeşillenen tomurcukları açan çiçekleri görebiliyorum bedenimde...

Önümdeki süreçte tek istediğim tırmanmak; tekrar ruhumun bedenime hükmetmesi ve boşluktan çekip çıkarması beni...
Ve doğada uyuyup, doğada uyanacağım. Tekrar rüzgari tenimde hissedip, ciğerlerime çekeceğim mis kokulu havayı... Güneş uyandıracak beni sabah ve yıldızlar örtecek üstümü meltem kokulu dolunay gecelerinde. Kuşlarla yarışacağım, kanat çırpmalarına engel olmadan... Ve bir ekmeği böleceğim, kırıntılarını karıncalarla paylaşmak için.. Tırmanırken yorulan bedenim öylece uzanacak toprağa ve toprak çekecek tüm yorgunluğumu. Uzun uzun yürüyüp, heyecanla ve tutkuyla tırmanacağım, zirvelere konacağım kuşlar gibi ve inmesini de bileceğim oranın tek sahibi ben olmadığımı bilerek...

Ve bir köşede kitabımı okurken, kan kırmızı şarabım olacak öteki elimde. Çakır keyif olacağım, sevgilimin teni tenime değerken. Mutluluğu ve huzuru bulacağım tüm bunların arasında; diyebileceğim hala nefes alabiliyorum.
Yaşıyorum diye haykırabileceğim herkese inat. Sevgilimin saçları örtecek gözlerimi, inip kalkan gögsümün üstündeki başından... Diyebileceğim kendime, ben burdayım... Beni benimle bırakın....

15 Mayıs 2010- Çanakkale
Erkin Çakmak