17 Şubat 2015 Salı

Toplumsal Yaşam Biçimi

Bugünleri ağır bir biçimde yaşarken aşağıdaki yazıyı paylaşmak istedim. Şizofrengi dergisinin, 1994 yılı 13.sayısındaki satırlar günümüzü özetler nitelikte; 

"Ortadan kaldırmak istediğimiz, umutsuzluğun, çaresizliğin, karamsarlığın, baskının, sömürünün, işkencenin, maddi ve ahlaki çöküntünün ve bütün bunları yaratan ilişki ve kurumların yaratıcısı olmadık mı? Günlük yaşamın kaygıları, haz ve acıları içinde kaybolup kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan kedi gibi düzenin sunduğu kazanç ve sevinçler peşine düşüp, "bitmiş ve tükenmiş" bir halde, ertesi günkü koşuya "daha güçlü ve daha zinde başlamak için" düzenlediğimiz gecelik sığınaklarımızda bile kendi içimize sığınmaktan veya dostlarımıza, kadınımıza/erkeğimize, üzerlerine "tir tir titremekten" kendimiz gibi bir titreğe döndürdüğümüz çocuğumuza açılmaktan öte "yeni dünya düzeni”nde "yükselen değerlerin" resmi taşıyıcısı ve eğitilmiş sesi olan televizyona kendimizi verip günlük ilişkilerimizde yeterince yaşadığımız (demek ki yeterince yaşamamışız) toplumsal ve siyasi yalancılığı, dolandırıcılığı, ikiyüzlülüğü, ihanet, şiddet ve baskıyı, ben-merkezciliği, bireysel kurtuluş, bunalım ve kazanç düşüncesini, cinsel ve duygusal sömürüyü, insanlara güvensizliği ve daha nice piyasaya düşmüş değersiz değerleri, ahmakça fikirleri, saçma sapan sohbet ve eğlenceleri bir kez daha yaşayarak, kendi içimizde bir kez daha ve ertesi günkü edimlerimizde defalarca yaşayarak ya da yaşanmasına izin vererek meşrulaştıran insanlar haline gelmedik mi?

Bugün ortak ve uzun vadeli bir amaç olarak amacın kendisini yitirdiğimizi, bir başka deyişle ''Ne için yaşıyorum?", "Yaşamda amacım nedir/ne olmalıdır?" veya "Bir insan ömrünü neye vermeli?" sorularına doyurucu, ikna edici bir yanıt bulamıyoruz. Peki, böyle bir yanıt bulunabilir mi? Geçmişte var mıydı ve nasıl bir şeydi ve nasıl ortadan kalktı?

Sorgulamak istediğim ve sorgulanması gereken asıl şey bugün içinde bulunduğumuz bu durumun nedenleri ve bir çıkış yolu olup olmadığıdır.

Dolayısıyla bu tür bir amacın olabilmesi için öncelikle buna uygun bir toplumsal yaşam biçiminin olması gerekir. Ve bu toplumsal yaşam biçimini belirleyen toplumsal yapıların ayakta kalması da belirli bir ahlak görüşünün, belirli bir erdem anlayışının var olmasına bağlıdır. Ve bütün bu öğeler iç içe geçmiş bir halde birbirini etkiler ve belirler. Ve böylece belirli bir toplumsal düzen, belirli bir toplumsal amaç, o topluma uygun belirli bir kültür ve bütün bunlar içinde ve bütün bunlara göre kendini, kendi amacını kendi iyisini tanımlayan belirli bir birey ortaya çıkar!.

Ve bu amacın özelliği, ancak hep beraber ulaşılabilecek veya o topluluk üyeleriyle hep birlikte gerçekleştirmeye çalışılabilecek, topluluktaki tek tek benlerin kişisel amaçlarına ters düşmeyen, birey ile toplum çıkarlarının çatışmadığı bir toplumsal yaşam biçimi gerektiren bir amaç olmasıdır. Konuyu daha genel olarak ele alacak olursak bu tür özelliklere sahip bir amacın bir toplumda var olabilmesi, o toplumun toplumsal yaşam biçimiyle, ekonomik ve siyasi örgütleniş tarzıyla yakından ilgilidir. Her topluluk da hayat bulamaz.

İnsanları bir arada tutan, bireylerin bütün yaşamlarına yayılacak ve aynı topluluktaki öteki Ben-lerle ortak olan bir amacın varlığı belirli bir toplumsal yaşam biçimini (veya ülküsünü) gerektirir. Ve içinde yer alan üyelerine aynı zamanda belirli bir kimlik de kazandıran bu tür toplumsal yazıların ayakta kalması için de belirli tür erdemlere gerek vardır. Bu erdemlerden birkaçını; dostluk, dürüstlük, dayanışma, adalet, iffet,  namus ve cesaret olarak belirtebiliriz.

Bütün bu karamsarlığın, ümitsizliğin, seçeneksizliğin, hayatta amaçsızlığın, güvensizliğin ve hep-benciliğin ezeli ve ebedi olmadığını, bunların, büyük ölçüde içinde bulunduğumuz ve ister veya istemez bugünkü yaşam biçimimizle yeniden ürettiğimiz bu ahlaki ve siyasi yozlaşma ortamının yol açtığı bir durum olduğunun farkına varabilirsek, yakın ve uzak kültürel geçmişimizi, modern liberal bireyci görüşün ve günlük çıkar ve haz hesaplarının yarattığı tuzaklara düşmeden yeniden yorumlayıp yeni bir şekil verebilirsek ve sanayi uygarlığının ve onun resmi ideolojisi olan liberal bireyciliğin hiç değil ise bazı dayatmalarını, en azından bize yakın olan insanlarla birlikte, dayanışma, dostluk, dürüstlük ve diyaloga açıklık gibi erdemleri yaşatabilecek tarzda yaratacağımız dar çevremizde kırabilir isek… bir umut var diyorum inatla, ısrarla var diyorum hala…

Yarin yanağından gayri,
Her yerde,
Her şeyde,
Hep beraber
Diyebilmek için . . ."

Not: Derginin tüm sayılarına sizofrengidergisi adresinden ulaşabilirsiniz.