22 Kasım 2010 Pazartesi

Tarihin izlerine dokunabilmek; Ballıkayalar Kaya Tırmanış Bölgesi



Tırmanışa başladığım bir bölge olarak Ballıkayalar her zaman farklı çağrışımlar yaratmıştır bende; Türkiye’deki spor tırmanışın filizlenmesi, ilk boltlu rotaların bu bölgede açılması… Geleneksel hatların ve kırıklı yapılı kayasıyla çok özel rotaların bulunduğu Ballıkayalar; ortasından dere akan bir vadi sistemi içerisinde yer alıyor.





Ankara’da yaşamanın dayanılmaz ağırlığını omuzlarımda hissetmemeye çalışarak geçirdiğim ilk bir ayımda hafta sonları hep bir yerlere kaçtım. Tabii bu kaçışların sonu yani dönüşler hüsranla bitse de… Kasım ayı pastırma sıcaklarıyla başladı ve bunu fırsat bilip hafta sonu dostlarımla tırmanabileceğim Ballıkayalar’a gitmeye karar verdim.



Cuma işten biraz erkence çıkarak başlayan yolculuğum akşam 22:30’da İstanbul Ataşehir Terminali’nde son buldu. Otobüsten iner inmez nefes alışım bile değişmişti, Ankara’nın kurak havasından sonra deniz kokulu yumuşak havayı derince içime çektim ve yüzümdeki ifade bir anda mutluluğa dönüştü.

Akşamı Ersin’lerde geçirdim, sabah güzel bir kahvaltı ile yola çıkmaya hazırdık. Ballıkayalar’da tırmanmayalı 1 yılı geçmişti; askerlik, Aladağlar, yaz mevsimi ve Ankara’ya taşınmam derken bölgeden oldukça uzak kalmıştım. Sisli bir Cumartesi sabahı Ballı ’ya vardık, yeni yapılan tesis eskiye oranla devasa ve doğayla uyumsuz. Oysa ki önceki tesis küçük mütevazi bir ahşap yapıydı ve hemen gölün kenarındaydı, ne çok içmiştik buralarda kamplı Ballı gecelerinde. Şimdikini görünce içim acımadı değil…


Güneşten faydalanabilmek için sol bloğa gitmeye karar verdik; ve kayaların altına gelince tüm olumsuz düşüncelerden arınmıştım bile. Davul rotasının hemen sol tarafındaki yeni açılmış rotalarda ısınmaya başladık. Cumartesi olmasına rağmen yine de birkaç grup tırmanıcı vardı. Burak, Derya, Yücel ve Selim’i görmek, birlikte yine tırmanabilmek çok güzeldi. Hemen kamplı Ballı günlerini yad ettik. Isındıktan sonra sırasıyla Davul (VI+) ve Nice Citron (VIII-) rotalarına girdik. Sonrasında Burak’ın ekspresleri taktığı Neredeyim Abi (VIII+) rotasını denedik. Daha önceden çıktığım bu rotaya tekrar girmek güzeldi fakat istasyon altındaki sert hamleleri sıralayamadım ve abi nerde ayak, nerde crimp derken kendimi eksprese oturur halde buldum… Neredeyim Abi?


Sonrasında Ejder Pençesi rotasına girdim ve temiz çıktım. Günler de iyice kısaldığı için hava kararmaya başlamadan Perküsyona da girerek soğuduk ve günü bitirdik. Akşam ise Maltepe’de kebabımızı yiyip Kadıköy ‘de biralarımızı tokuşturduk, tüm yorgunluğumuzu sıcak muhabbetle attık bir kenara…


Pazar günü biraz uyuşukluk biraz da başka işler nedeniyle geç gidecektik Ballıya. Fırsatı değerlendirip yine sisli bir sabahta güneşin cılız ışıkları altında Ersin’le Caddebostan sahilde kahvelerimizi yudumlarken dalgaların sesi koyu muhabbetimize eşlik ediyordu. Öğlen Engin, Aylin ve Yağmur’u da alarak Ballıkayalar’a geçebildik. Günlerin kısalığı nedeniyle hızlıca ısınıp tırmanmak gerekiyordu. Dünden yorulmuş vücudumu Perküsyon (VI+) ve Kuzu (VI+) rotalarında sarsıp, Derin Çatlak(VII+)’ta patlattım. Sarı Zeybek rotasının sağ tarafına yeni açılmış olan Michael Jackson (VII+ ?) rotasını ise onsight çıkabildim.


Geç de gitsek biraz olsun tırmanabilmiştik fakat hava karamıştı artık. Ankara’ya dönüşü kara kara düşünürken, günün diğer süprizi hep beraber Pendik Boşnak mahallesindeki Lipa restoranında yediğimiz akşam yemeğiydi. Eskiden ballı tırmanıcılarının takıldıkları bu mekanın maç saati olması nedeniyle bu kadar kalabalık olabileceğini düşünememiştik. Fakat zar zor aralara sıkışarak bir masa ayarlayabildik ve kuru et, rakı eşliğinde yemeğimizi yedik. Çok güzel bir akşamı koşarak Ankara otobüsüne yetişmemle sonlandırmış oldum. Sabah koyu gri bir Ankara ve iş beni bekliyordu oracıkta…

Erkin Çakmak
6-7 Kasım 2010





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder