4 Ekim 2010 Pazartesi

4 Yıl Sonra Yine, Yeniden Ankara…







Sanki kader ağlarını ördü ve elim kolum bağlı bilinçsizce olan biteni seyrettim. 80’lerdeki Yeşilçam filmlerinin repliklerine benzese de bu kelimeler, işin aslı böyle oldu. Askerden Mayıs sonlarına doğru döndüm ve neredeyse bütün yaz tırmanış ve orda burada gezip tozmayla geçti… Farkındayım, Tırmanış ve gezip tozma diye geçiştirdim ama bir anlatmaya başlarsam sayfalar yetmeyecek. Fırsat buldukça yetmeyecek olan sayfaları dolduracağım. Ne de olsa Ankara’dayım artık, bol bol vaktim olacak (böyle olmasını umuyorum; bozkırın soğuk geceleri kahve içmekle geçmez, viski ise yakabilir!)...

Temmuz sonlarına doğru Aladağlar’dan Muğla’ya dönerken bir anda kendimi Ankara’da takım elbisenin içinde buldum. Boynuma dolanmış bir bez parçası da parlak parlak ayakkabılara tamamlayıcı bir etki yaratıyordu. Elimde ise onlarca evrak ve dosya; bu çocuk bu zamana kadar ne yapmış, ne yemiş ne içmiş; bünyede bu yedik içtikleri nasıl tepkime yaratmış gibi, zaa zuu bir sürü gereksizlik içeren belgelerle doluydu. Bunlar ise yanınızda bulundurulması gereken olmazsa olmazlar…

Ve sırat köprüsünde itişip kakışma… Ahret soruları. İmanın ve ibadetin şartları, sorgu ve sualler… Ben nerde miyim? Tam da laboratuarda denek hayvanı Miki’nin kafeste çevresel etmenlerle uyarılarak ve stres altına alınıp, gözlemleyen insanların arasında! Alınan notları ve sonuçları merak etmeme rağmen bugünlük bu kadarla yetinildi; “ Biz size döneriz! ”

Ayağımı dışarı atar atmaz önce boynumdaki tasmaya benzer bez parçasını attım bir kenara ve Ankara’da daha fazla kalamayacağımı anlayarak atladım arabaya doğru Marmaris’e gittim... Bıraktım kendimi mavi sulara ve oltadan kurtulan balık gibi arkama bakmadan koyu maviliğe doğru usulca süzüldüm ta ki tuzum kokana kadar…

Ağustos ayı dostlarımla bir güneyde bir kuzeyde bir de yükseklerde geçti, sanki her an yakalanıp tekrar denek uzmanlarının eline geçecekmişim gibi izimi kaybettirmeye çalıştım. Ege’nin mavi sularından, Karadeniz’in yüksek yaylalarındaki beyaz bulutların üstüne uçtum… Bozkırın ürpertici görüntüsünden uzaklaşıp Aladağlar’da uzun duvarların arasında kaybolmama rağmen daha fazla dayanamadım bu köşe kapmacasına ve en son Eylül ayında Olimpos semalarında ele verdim kendimi. “Professional Fuckers (IX-/IX)” rotasında elim ayağım boşalınca, 4 kez istasyonun altından düştüm… Vakit gelip çattı, ailemin kendi elleriyle beni teslim etmesi ise büyük sorumluluk ve sisteme uyum örneği! Eşyalarımı toparlayıp, kitaplarımı da alarak Ankara semalarına kondum sonunda. Geçen Çarşamba, 22 Eylül’de ise resmen işe başlamış oldum.

Peki işe başlamış olmakla ne mi oldu? Sabahları kuş sesleri ve güneş yerine, çalar saatin mekanik sesi uyandırıyor beni. Kahvaltımı otların ve çiçeklerin taze kokuları arasında değil de dört duvar arasında hızlıca yapıyorum. Güneşi ise göremiyorum artık, güneşsiz geçmeyen onca günden sonra. 3 metrekarelik kübiğimde 30 cm önümdeki renkli ekrana bakıp bakıp öğle arasında göreceğim güneşe hasret, hayallere dalıp gidiyorum! Ve tek hayalim kanatlanıp, bir kuş gibi uzaklara uçmak… Tek gerçeğim ise bir sonraki haftasonu nereye gideceğimi planlamak! Doğayla baş başa tırmanarak kuşlara yakın olabilmek ve fısıldamak onlara beni de götürün diye...

5 yorum:

Adsız dedi ki...

üniversite vesilesi ile doğanın bağrından kopup büyük şehre ilk geldiğimde, ankarayı bir çocuğun dondurma istemesi gibi istemiş, o zamanlar yaşanacak en güzel yerin orası olduğunu düşünmüştüm.... ta ki istanbulu görene kadar.... sonra aynı güzel düşüncelerim dünya gözbebeği istanbul için ortaya çıkmış, ankaradan geriye ise, soğuk ve gri günlerden ibaret anıcıklar kalmıştı...şimdi...AVM ler, trafik, stres, koşuşturma içerisinde geçen günleri gördükçe, artık kanat çırpma zamanının geldiğini hissediyorum... uzaklara gitme vaktidir...hafta sonu kaçamakları ile buluşabildiğim bir yabancı değil de, bir parçası olduğumu hissettiğim doğaya, kendimi dinleyebildiğim ve özgürlüğümü hissettiğim kayalara ve beni bekleyen masmavi denize koşmak istiyorum...ersin....

Adsız dedi ki...

Erkin yawru, süper anlatmışsın...okurken her cümlenin sonuna, bende ekledim...süper edeleli fakat süper ince ruhlu güzel arkadaşım...

Bir dakika üsteki yorumu ersin mi yapmış? anam
aylin

Erkin Ç. dedi ki...

hayat sizlerle guzel...

Erkin

Elçin dedi ki...

1.5 ay geçmiş, hala alışılmadı mı, sevilcek bi taraf bulunamadı mı bu şehirde?
uzakta 'biraz' özleyen birisi var da oraları ;)

Elçin

Erkin Ç. dedi ki...

yavaş yavaş alışıyorum artık.. :) biraz uzak kalıp özlemek en iyisi..

Yorum Gönder